onudaizledim.com’dan herkese merhaba. Paddleton daha önce duymadığınız bir spor. Daha önce duymadığınız bir spor diyorum çünkü bu sporu bulanlar kahramanlarımız Michael ve Andy.
Michael (Mark Duplass) ve Andy (Ray Romano) sürekli birlikte vakit geçiren rutin hayatlarında komşuluk ilişkisini daha ileriye taşıyarak dost olmayı başarmış orta yaşlı kahramanlarımız. Bu sıradanlıktan şikâyet etmek bir yana yıllardır yaptıkları her şeyi hayatlarının bir parçası haline getirmiş insanlar. Her gün aynı filmi izleyen aynı pizzayı yiyen ve aynı yapbozu yaptıktan sonra aynı duvarın yanına giderek Paddleton oynayan iki insan.
Paddleton konusundan bahsetmek gerekirse
Paddleton Michael’e kanser teşhisi konulduğu sahne ile seyirciyi karşılıyor. Michael birkaç doktorun daha fikrini aldıktan sonra iyileşmenin mümkün olmadığı kanısına vararak henüz hastalığın belirtilerinin çok artmadığı ve kendisini sağlıklı hissettiği bu dönemde ötenazi hakkını kullanarak yaşamına son vermeye karar verir. Dostu Andy’e durumu anlattıktan sonra onun tavsiyelerini kesin bir şekilde reddeder. Her eczanede bulunmayan bu ölüm ilacını almak için Andy ile bir yolculuğa çıkarlar alabilecekleri en yakın eczane 6 saat mesafededir. Andy her fırsatta bu kötü sonu ertelemek için elinden geleni yapar ama kaçınılmaz yolculuk başlamıştır bir kere.
Paddleton uzun diyaloglardan ve duygu sömürüsünden çok uzak bir noktada tamamen karakterlerimizin duygu ve içinde bulundukları halleri yansıtmak için yalın bir anlatım yoluna gitmiş. Ray Romano’nun muhteşem oyunculuğuyla izleyici en ufak detayların bile insan hayatında ne kadar büyük önem arz ettiğinin farkına varıyor. Filmi izlerken özellikle ilk bir saatlik kısmında çokça güldüğümü söyleyebilirim. Nasıl olurda kanserli bir adamın en yakın dostuyla çıktığı bu ölüm yolculuğu insanı güldürebilir diyebilirsiniz. Senaryo o kadar temiz bir dil kullanıyor ki hayatı tüm yönleriyle görmemiz kaçınılmaz hale geliyor. Bu yönlerden birisi her ne kadar ölüm olsa da hayatta umut, eğlence, dostluk gibi tatlarda var. Drama yaratmanın temelinde bu yatıyor zaten.
Mark Duplass ve Alex Lehmann bu konuda çok iyi bir iş çıkarmışlar.
Filmin durağan yapısına rağmen hiç sıkılmadan bu akışı keşfedebiliyoruz filmi izlerken.
Netflix yapımlarda görmeye alışık olduğumuz hikâye yaratma şablonu bu filmde yok.
Paddleton filminin güçlü yönlerinden bir tanesinin de bu olduğunu düşünüyorum. Film tamamen sizi empati yapmaya zorluyor başarılı oyunculuklar ile bu desteklendiği için ortaya bir duygu sömürüsü filmi değil kusursuz bir drama çıkmış oluyor. 1 saat 29 dakika olan film uzunluğunun daha uzun olabileceğini düşündüm filmi izlerken. Bu sayede Michael ve Andy’nin bu son günlerini daha fazla keşfedebilirdim. Filmin olumsuz yönlerini söylerken sanırım ilk söyleyeceğim şey bu olurdu. Belki bu ve buna benzer filmler daha önce çekildi ama Paddleton çok farklı bir yerden yeni bir ele alış sergiliyor. Yönetmen koltuğunda olan Alex Lehmann’ın başarılı yönetimiyle Kara Mizah-Drama türünde ki bu Netflix filmi bende karmaşık hisler bıraktı diyebilirim.
Netflix Paddleton film açıklamasını, Ölümcül kanser teşhisi konan orta yaşlı Michael, hem komşusu hem de arkadaşı olan Andy’den hastalık onu öldürmeden önce hayatına son vermesine yardım etmesini ister şeklinde yapmış. Filmi izledikten sonra aslında bu cümlenin ne kadar ağır olduğunun farkına vardım. Filmin bu etkiyi bırakmış olması vermek istediği güçlü empati duygusunun başarılı olduğunu gösteriyor. Michael’in ölümünden sonra Andy’yi Michael ile yaptıkları rutin şeyleri yaparken görüyoruz ve bir kez daha anlıyoruz dosta tutunmak kaçınılmazdır.